• Dünyada Kitap
    Tolkien’in Bilinmeyen Şiirleri “Yüzüklerin Efendisi” yazarı JRR Tolkien’e ait, bugüne kadar kayıp olan şiirler Amerikalı bir Tolkien uzmanı tarafından ortaya çıkarıldı. Şiirler Oxford’daki Our Lady’s (Devamını oku)
  • Baba ve Oğul Olmanın Sırları
    Orhan Pamuk’un “Aslında yazar olmak istiyordum. Ama anlatacağım olaylardan sonra jeoloji mühendisi ve müteahhit oldum. Okuyucularım, hikâyemi anlatmaya başladım diye olayların sona erip arkada kaldığı(Devamını oku)
  • Tuna Kiremitçi’den Sıradışı Bir Aşk Romanı
    Lirik bir aşk hikâyesi ya da kendini bulma hikâyesi “Kendi Seven Ağlamaz”. Destek Yayınları’ndan çıkan roman, aşkı bir kez daha sorgulatıyor bize. Bir zamanlar çocuk yıldız Sitare 35 yaşında mesleğind(Devamını oku)
  • Einstein’dan Aforizma Ötesi...
    Tüm zamanların en iyi fizikçisi kabul edilen Einstein’dan alıntılar koleksiyonunun bu nihai baskısı yaklaşık 1600 alıntı içeriyor. Koleksiyon tüm dünyada sayısız baskı yapmış ve yirmi beş dile çevrile(Devamını oku)
  • “Paris’teki Eş”in Yazarından...
    Yazar Paula Mclain, yine Remzi Kitabevi etiketiyle okuyucuyla buluşan önceki eserinde Ernest Hemingway’in ilk eşi Hadley’i hikâyesinin merkezine yerleştirerek 1920’lerin sanat ve edebiyat kokan Paris’(Devamını oku)
  • Gerçek Bir CSI
    Amerika Birleşik Devletleri’nin farklı kentlerinde geçen ve her biri sezonlar boyunca devam eden CSI dizileri (“CSI: New York”, “CSI: Miami” gibi), bir dönem bizleri hayli “oyalamıştı”. Söz konusu diz(Devamını oku)
  • Ali Sami Yen’in Hayatı
    “Küçücük, naif bir çocuk; imparatorluklar çarpışırken, dünya savaşları başlarken, sadece kendi sevdiği oyunun peşinden gidiyor. Basit bir oyunun peşinden ama gerçek bir tutkuyla! Tutkuyla, kararlılıkl(Devamını oku)
  • Kardeş Ruhların Hikâyesi
    Amerika’nın dört bir köşesinin demiryollarıyla birbirine bağlanmasından da öncesini anlatan, zulüm ve kadersizliğin birbirine bağladığı kardeş ruhların öyküsü bu. Amanda Coplin ilk romanı “Bahçıvan”da(Devamını oku)
  • Bir Romancının Ağıtı
    “Ucunda Ölüm Var” bir Kemal Varol romanı. Onun yerelliğinin, kendisine ait dilinin, şair kaleminin dolu dolu hissedildiği bir aşk romanı. Neredeyse yarım asır süren bir aşkın öyküsü ön planda durmakta(Devamını oku)
  • Galeano’nun ve Latin Amerika’nın Kadınları
    Çiçeklerden kaktüs… Hayvanlardan yılan… İnsanlardan kadın… Hep ötekidir bunlar. Dikenleri batar, dilleri zehirler, huyları anlaşılmaz! Öteki olmak; bastırılmayı, susturulmayı, yok edilmeyi gerektirir.(Devamını oku)
  • Hayatımızı Belirleyen Neoliberalizm
    CEO’lar, CFO’lar, küreselleşme bahsi, bir anda ortaya çıkan yeni ama pek kimsenin anlamını bilmediği kısa süreli ya da güvencesiz işler. Bunların ardında yeni bir ekonomik sistemin izleri var. Prof. D(Devamını oku)
Sayı: 123 - Mart 2016

Bir Romancının Ağıtı

Selnur Aysever
(selnur.aysever@gmail.com)

“Ucunda Ölüm Var” bir Kemal Varol romanı. Onun yerelliğinin, kendisine ait dilinin, şair kaleminin dolu dolu hissedildiği bir aşk romanı. Neredeyse yarım asır süren bir aşkın öyküsü ön planda durmakta. Ancak romanın içerisinde, yaşadığımız toprağın unsurlarını, sorunlarını, tarihini ve insanını bulmaktayız. Yazar bu romanı için, “galiba en temel derdim bu topraklara son bir kez olsun ağıt yakmaktı” diyor. “Dünya ölümlü, gün akşamlı… Bizden kalacak olan üç-beş kelime. Bana hikâyesini anlat oğlum. Ağıdını yakacağım” diyen Ağıtçı Kadın ile birlikte, okur da ağıda katılıyor.

Ağıtçı Kadın, bir gece yaşamından çıkan Heves Ali’yi arar elli yıl boyunca. Ömrü, aşkını beklemekle geçer. Kendi ölümüne on üç gün kala ölüme yatar evinde. Derken bir gece rüyasında Heves Ali’yi görür. “Ben öldüm, gel bul beni” der ama rüyada bile yüzünü görememekten yakınır Ağıtçı Kadın. Ölüme sayılı günleri kalmışken, Heves Ali’yi aramak için düşer yola. Konya, Bursa, İstanbul, Erzurum, Arkanya derken kendi evinde sonlanır roman. Ağıtçı Kadın’ın Heves Ali’nin ölüsünü aradığı yolculuk, her durakta yitip giden başka bir öyküye dönüşür. Her öykü, ülkenin meselelerine dokunmaktadır.

“Bir Tekaüdün Ağıdı” dediği bölümde, Konyalı bir tren istasyonu işçisine yakar ilk ağıdını yazar. Yaşamında tren istasyonundaki işinden başka hiçbir şey olmayan bu işçinin, emekli olmasıyla sona eren hayatına yakılır ağıt. Yaşamı boyunca senelik iznini bile kullanmamış; yılda iki kez ücretsiz yolculuk yapma imkânı varken bile bir kez seyahat etmemiş; devletine sadakatle bağlı, dini bütün bir işçinin öyküsüdür bu. İçinde nasıl bir ukde kalmışsa, vefatında bile gözü zorla kapanmayan bir işçinin… Ağıtçı Kadın, Heves Ali’yi burada bulamasa da; okur, sarsıcı bir şekilde yaşamının anlamı üzerine düşünecektir. Kendi dünyasına dönüp, o ana kadar yapamadıklarını en çok. Muhtemelen kaçmak istediklerine yakalanacak, bir nevi hesaplaşma yaşayacaktır kendisiyle. Yazarın burada yaktığı ağıt kimi yaşamların dirilmesine de olanak sağlayabilir.

Ağıtçı Kadın uğradığı her duraktan sonra aşkıyla ilgili bilgiler vermeye başlıyor. Yirmili yaşlarda başlayan aşktan, ağıtçılığa uzanan bir yaşamın isyanı bu okuduğumuz. Kadının yolculuğu sırasında ara durak gibi bu bölümler. Ağıtçı Kadın’ın acısından; aşkı, sadakati, unutulmama arzusunu ve adanmışlığı okuyoruz.

Bursa’da Ermeni Artin’in öyküsünde mizahi bir yan var. Dilimize yerleşmiş şekliyle, “Tam Aziz Nesin’lik” bir öykü bu. Tam da o öyküler gibi bize dair bir gerçekliği içinde barındırıyor. Müslüman mahallesinde zordur gayrimüslim olarak yaşamak. Dün de bugün de değişmedi bu gerçek. Belki daha bile zor artık çoğunluğun parçası olmamak. Artin’in yer değiştiren mezarı; bu kadar ağıdın ve acılı yaşamın içinde bir nebze gülümsetse de okuru; ironisiyle sarsıyor aslında.

Romanın genelinde, Kemal Varol’un şair yanını görüyor okur. Aşağıdaki satırlar, Ağıtçı Kadın’ın Bursa’dan evine dönmeye karar verdiği zaman söylediği sözler olsa da; kendi başına da bir şiir gibi adeta.

“Yoktun! / Hiç olmadın belki de. / Dönüyorum artık. / Vazgeçtim bu oyundan. / Halim yok yeniden yollara düşmeye. / Bir ömrü rüya etmeye takatim yok. / Kime ne söylesem canım efendim! / Hasanım Ali, Hüseynim Ali, Hevesim Ali! / Kalbini unutan insan, neyi unutmaz ki!”

Heves Ali’sini bulma umudunu yitiren Ağıtçı Kadın, apar topar jandarmalar tarafından İstanbul’a getirilir. Bu yolculukta devlet ile yurttaşın ilişkisine gönderme yapıyor yazar. Ağıtçı Kadın ne suçu olduğunu bile bilmeden, askeri cipin içinde bulur kendini. Komutan “anacığım” dese de, devlete laf söylenmez, soru sorulamaz. Devlet değil midir analara, çocuklarının ölüsüne ağıt yaktıran?

Diyarbakır Cezaevi’nin yüzbaşısı olan Esat Oktay Yıldıran’ı anlatıyor Ağıtçı Kadın’ın İstanbul’a zorla gelişinin öyküsünde Varol. Ülkenin en karanlık dönemleri darbe yılları. Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan işkencelerle ilgili çekilen filmler, yazılan kitaplar, verilen hukuki mücadele o yılları anlatmaya yetmez. Hep eksik kalır. Yazar, bu konuya farklı bir açıdan, romanın tam da kurgusuna uygun bir şekilde bakıyor. Bu kez bir eş, baba, sevilen bir komutandır. Evine asla “iş” getirmeyen, eşine âşık, çocuklarına bağlı bir profille çıkıyor karşımıza yüzbaşı. Kızlarının yatağına sevgi mesajları bırakan adam ile Diyarbakır Cezaevi’ndeki insanlara köpeği Co’ya tekmil verdiren adam aynı. Yazar, bir röportajında en çok bu öyküde zorlandığını, söylüyor. “İnsanları katlettikten sonra evine gittiğinde ne hisseder? Pişmanlık duyar mı? Sevdikleri bu kişiyi nasıl görür?” gibi sorulara cevap arıyor. “Günahsızdı eşim. O sadece evimizin değil, vatanın da kahramanıydı. Bugün bu canım, adeta cennet parçası, güllük gülistanlık ülkede yaşıyorsak, hep onun emekleri sayesinde” diye bitiriyor öyküyü.

Roman; Ağıtçı Kadın’ın, kendini ölüme hazırlarken tepeden tırnağa değiştirmesiyle son buluyor. Bu değişim bir ironi de olabilir yaşama dair umudun tükenmeyeceğinin emaresi de.

“Ucunda Ölüm Var” için yazarına soracak birçok sorum vardı. Röportaj yapmak istediğim için aradım. Kemal Varol’dan aldığım cevabı, tüm okurlarının bilmesi gerektiğini düşünüyorum: “Roman çıktığından beri kapağını bile açmadım. Kitabım çıktı diye heyecanlanamadım bile. Çok fazla röportaj talebi aldım. Hepsini reddetmek durumunda kaldım. Ben Diyarbakır’da yaşıyorum. Kimi arkadaşlar ‘Batı’da hayat devam ediyor’ diyor. Ama her gün bombaların patladığı bu şehirde edebiyat konuşmak mümkün değil. Hatta ayıp bile sayılır durumda. Umarım beni anlarsınız.”

Bana bu cevabı verirken öyle kibar ve mahcup bir ses tonu vardı ki; sanki üç yaşındaki çocuğuna bomba seslerinin havai fişek olduğunu söylemek zorunda kalan kendisi değil de bendim. “Ucunda Ölüm Var” çıktığında, yazarı “kendimizi en kötüsüne hazırladık” diyecekti bana. Bir gün, yaşadığımız bu günleri yazdığında, dilerim daha umutlu sözler söyler okurlarına…

“Ucunda Ölüm Var”, Kemal Varol, 227 s., İletişim Yayınları, 2016